0

Yaratamacılık

Derdimin yaratamamak olduğunu sanarken, yıllar geçti.

Gel gör ki bunun aslında hayatın temel sorunsallarından biri olduğunun, ve sadece benim ( ve benzerim bir azınlığın, belki) bunu şahsi bir maraz olarak içselleştirdiğinin ayırdına varmak ise, yine bir takım seneleri aldı. Yaklaşık çeyrek asrın sonunda, sırf yazı yazıyorum diye dünyaları kurtarmak gerekmediğine ikna olabildim.

Oysa yazmak yaratmak demekti, ve yoktan bir şeyi var edemedikçe yazabilmenin, belki imkanı var, ama değeri yoktu. Değdiğine kendimi inandıramadığım bir çok kereler, bir çok sayfalar silindi, kağıtlar yırtıldı, veyahut bir takım defterler, notlar bilinçli olarak unutulmaya terk edildi.

Yazamadım, ve yazamamayı istikrarla sürdürdüm çok seferler. Yazacak bir şey yoktu. Her şey ya birileri tarafından çoktan keşfedilmiş, ya ince ince didiklenmiş ve ironi ile örülmüş, hiç birisi değilse, yaşanmıştı. Benim bile yaşamadığım bir şeyi nasıl benim parçam haline getirip benim kelimelerime dökebilirdim ki? Üstelik, her bir parçam da, kelimelerim de bu kadar şahsına münhasır iken?

Ardından gün geçti, ve 'yaşamaya' başladım. Yaşamaya izin verdim. Şuurum, vicdanım, akıl-fikrim dolaptan çıktı, oda sıcaklığına indi. Buzları çözüldü, çözüldükçe sırayla acımaya, acıtmaya ve acılaşmaya başladı. Sonradan gördüm ki canlanması için acısını salması gerekiyormuş.

O zaman anladım, daha evvel kangren olmaya yüz tutan kol kendini kurtarmıştı. Sanki o kol tutuyordu; o yüzden de elim, kalem ve aralarındaki uyum, hiç olmadığı kadar kendiliğinden, ve hiç olmadığı kadar sorunsuzdu artık.

0 yorum: