0

TAŞINDIK

Artık arayanlar burada bulsun. Komşuya çaya buyursun :)
Yeni evimiz daha sakin, oturaklı, renove.

0

O no!

Hayır.

Doğal olmak, tabiata dönüş derken bunları kastetmemiştik.

Ve yine hayır; podyuma doğru yolunu bulan her giysiyi gerçekten giymeyi de bekliyor değildik, ya da her iddaalı tasarımı gözü kapalı kolumuza kulağımıza da takmazdık zaten, isteseniz de.

Bunlara ise, "hmm" bile diyemiyoruz ama!
0

Let's look at this long enough then



Yaratıcı olmak.
İşte senden bahsederken bunu kastediyordum.
0

No land


A wish ..., originally uploaded by blurredfoto / Aron.

Epey süre düşündüm, nedir diye. Ve nasıl olur da, bu şekilde olur.

Durup dururken seni beklemediğin bir anda, alakasız bir yerde, mesela saçmasapan bir filmin ilgisiz bir sahnesinde yakalar. Daha evvel defalarca duyduğun bir şarkıdır, veya kulağına çalınmış bir melodi, ya da bir yerlerde muhakkak tanışmış olduğun bir şiirin dizesi. Ve kısacık bir anda; gözlerinde tuhaf bir ıslaklık bırakarak, en az geldiği kadar ani ve gizli kapaklı bir biçimde, gider- nereden damladığını anlayamazsın bile. Derler ya, sanki içinden şeytan geçmiştir. Ya da bulut demek daha doğrudur belki.

Sonra bakarsın, ilgisiz, alakasız, saçmasapan sandığın şey aslında son derece ilgili, alakalı ve anlaşılırdır. Sadece, onun içinde ateşlediği fitilin ucunu bulmanla gözlerini silmen arasında geçen süre standardın biraz üzerindedir, o kadar.

Oraya uzanırsa kolun eğer, o kadar dip bucağa erişebilirsen şayet, göz yaşının şıpladığı tabana neyin çöreklendiğini de görüsün. Gelir eline. Kokusu, tadı, dokusu her defasında farklı olsa da; yalnızca bir tane adı vardır; ve hiç değişmez. Teslim olmak. Teslim olmak, hayattaki en tatlı huzurdur aslında.

Sonra düşünürsün. Ölüm teslimiyetlerin sonuncusu değilse, nedir? Ve ölene kadar, sıkılmadan yorulmadan teslim olmaya adanmışızdır. Ve her teslim oluşu iple çekeriz, çoğu zaman bunu anlamadan. Hatta tam aksini düşünerek. Aksi değilse de, başka bir türlüsünü sanarak.

Aşık olduğumuzu sanırız mesela, gönül bir asi duruşa, ısrarlı bir bakışa, bir hesapsız harekete düşüverir. Bir filmde bir adam bir kadını tutar çeker kolundan, anlamsız kalabalığın zorlama salınımlar içinde oradan oraya sürüklendikleri izbe dans pistinden kurtulmuştur kadın; mest olmuş bakakalırız. Allahım ne aşk. Nasıl bir tutku! Her birimiz tek tek dibini düşürerken, en azından bir anlığına, böylesi bir heyecan tufanına kapılıp gitmek için; aslında dua etmekteyizdir, o görünmez el tutup her birimizi kendi yığınından çekip alsın, üzerindeki tozu üflesin ve boş bir rafa kaldırsın diye.

Aslında tutkuyu ve heyecanı değil; tutkuyla ve heyecanla huzur ve güven dolmayı isteriz. Hep. Bir süs biblosu kadar çekimser, kayıtsız ve edilgen olabilmeyi; hayatta bu seçeneğe sahip olabilmeyi dileriz. Yorulduğumuzda, sandalı kıyıya çekip düşünmeden teslim bayrağını çekebilmeyi ...

Ama bazen kıyı uzaktadır. Görünürden kaybolup gitmiştir. Ve uçsuz bucaksız denizin ortasında olup, orada kalmak gerekir işte; sandalı da, kıyıyı da, bayrağı da görebilmek için.
0

Yaratamacılık

Derdimin yaratamamak olduğunu sanarken, yıllar geçti.

Gel gör ki bunun aslında hayatın temel sorunsallarından biri olduğunun, ve sadece benim ( ve benzerim bir azınlığın, belki) bunu şahsi bir maraz olarak içselleştirdiğinin ayırdına varmak ise, yine bir takım seneleri aldı. Yaklaşık çeyrek asrın sonunda, sırf yazı yazıyorum diye dünyaları kurtarmak gerekmediğine ikna olabildim.

Oysa yazmak yaratmak demekti, ve yoktan bir şeyi var edemedikçe yazabilmenin, belki imkanı var, ama değeri yoktu. Değdiğine kendimi inandıramadığım bir çok kereler, bir çok sayfalar silindi, kağıtlar yırtıldı, veyahut bir takım defterler, notlar bilinçli olarak unutulmaya terk edildi.

Yazamadım, ve yazamamayı istikrarla sürdürdüm çok seferler. Yazacak bir şey yoktu. Her şey ya birileri tarafından çoktan keşfedilmiş, ya ince ince didiklenmiş ve ironi ile örülmüş, hiç birisi değilse, yaşanmıştı. Benim bile yaşamadığım bir şeyi nasıl benim parçam haline getirip benim kelimelerime dökebilirdim ki? Üstelik, her bir parçam da, kelimelerim de bu kadar şahsına münhasır iken?

Ardından gün geçti, ve 'yaşamaya' başladım. Yaşamaya izin verdim. Şuurum, vicdanım, akıl-fikrim dolaptan çıktı, oda sıcaklığına indi. Buzları çözüldü, çözüldükçe sırayla acımaya, acıtmaya ve acılaşmaya başladı. Sonradan gördüm ki canlanması için acısını salması gerekiyormuş.

O zaman anladım, daha evvel kangren olmaya yüz tutan kol kendini kurtarmıştı. Sanki o kol tutuyordu; o yüzden de elim, kalem ve aralarındaki uyum, hiç olmadığı kadar kendiliğinden, ve hiç olmadığı kadar sorunsuzdu artık.
0

Ayağımıza dolananlar

Onlara kimsenin özel bir sevgisi yoktu başta.Ancak yağmur arada serpiştirme modundan bardaktan boşalma moduna geçtiğinde, ya da ilk ve orta derece okulları tatil eden kahraman kar olduğu zaman bir önceki sene tıkıldıkları dolap diplerinden, yatak altlarından çıkarılırlar, belki boyanırlar ve kışlık gardrobun her türlü pantolon etek paltosunun altına, çoğu zaman uyum gözetmeksizin geçirilirlerdi.

Önce boyları kısaldı. Havalar soğudukça dizlere uzanan çizmeler, ağaç kökü misali yerkabuğu istikametinde boy atarak anca bilekleri kapar hale geldi. Akabinde ortalama dişinin ideal standartlar ile boy ölçüşmekten uzak bacak ölçüleriyle, göz aşinalığından çok göz zevkine kasteden görüntüler ortaya çıktı. Çoğunluk için belki ilgili bölgenin en ince uzvu olan ayak bileği de kamufle olunca; orada bile yeterince beğendiğimize emin olamadığımız podyumları, tabloid sayfalarını, Kate Moss ve muadillerini aradı gözler.

 Sonra burunlar uçtu. Bir baktık, çizmeden bootie'ye dönen şey kış uykusundan da uyanıp sayfiye moduna geçmiş.Ayak tırnakları ifşa oluvermekle kalmadı, bağcıklar şeritler, bantlar derken bootie de sıkıcı bir bottan ne idüğünü şaşmış moda kurbanlıklarından biri olduğu yolculuğunu şimdilik tamamladı denebilir.



Tabii, bütün bu evrimleşme sürecinde botu "giymeyi" de sürdürüyoruz. Pek tabii her evrimleşme süreci gibi, bunun da bir adaptasyon süreci bulunmakta...








2

Buzdolabına attım, bozulmaz

Buzdolabı iyidir. Sağlamdır. Bozulduğuna en az rastladığım elektronik edevattır buzdolabı. Aynı zamanda da başına en az iş çıkaran beyaz eşyasıdır evin. Ne çamaşır makinası gibi çalıştır boşalt, ne süpürge gibi tak süpür türünde sevimsiz eylemlere sokar bir buzdolabı seni. Yalnızca ve yalnızca, sevdiğin şeyleri sevdiğin şekilde muhafaza etmeye soyunur. Kendi kendine yeter ve adı üzerinde cool'dur. Sakin, anlaşması kolay.

Şu an yanıbaşımdaki buzdolabı ile birbirimize bakıyoruz. Aklımdan belki ilk kez içinde ne olduğu değil, yukarıdakiler geçiyor. Birden, her zamankinden (farklı diyemesem de) derin bir yalnızlık arzusu çöküyor içime. Hani keşke şu buzdolabı ve ben başbaşa kalsak. İçimdekileri önce şöyle bir önüme döküp, sonra dolaba kaldırsam. Kapağı kapatsam, ışık sönse, soğutma sistemi bir süre homurdandıktan sonra tekrar o ağır, statik ve bir süre sonra duymamaya başlayacağım mırıldanmasıyla devreye girse; hayatımıza kaldığımız yerden devam etsek. Ben kapağı açana kadar ışığı hiç yanmasa, kimse içindekilere dokunmasa. Hepsi taze kalsa. Başına gelip giden, mütemadiyen içinde ne var ne yok diye açıp buzlarını eritenler filan olmasa. Çok şey mi istiyorum?? Buzdolabı da ben de yalnız varlıklarız, bırakın bizi!
0

Stenbul

Madem Berlin'e varıp şunları görmeye biraz daha var;



"Stenbul"dan şimdilik bu kadar:





...derken, (daha doğrusu bu entari, kısa ve öz postlar kapsamında burada bitecekken) bir de ne göreyim?





 
0

Gelin Güvey Yağmur

Hep böyle midir, yoksa bana mı denk gelir?

Ne zaman sinirlensem, veya herhangi bir duygu özelinde rölantiden çıksam aynısı olur. Bir şarkı çalar mesela, ve belki yüzlerce kez dinlediğim tınıya sanki bambaşka sözler eşlik etmektedir! Bir yazı görürüm, aman allahım ben benden çıkmıştır da gidip onu yazmıştır adeta! Biri bir şey anlatır, bir başkasının yüzü düşer, biri ya sinirden ya dertten sigaraya sarılır; herkes sanki benim sahneme sessiz sedasız eşlik ediyordur. Hepsinin telefonundan ben cevap veririm, seslerdeki bütün sitemler bana aittir, gözlerimi tekrar tekrar deviririm başka kirpikler altından.

Bu kez de ben Calvin'den rol çalmışım. O da benimle hafif dalga geçmiş, ne oluyorsun kendine gel, aptal demiş. Bütün çiçekler kendi yetişir, kendi solar, kendi suyunu bulur. Kendi kendine gelin güvey ve yağmur olunmaz. Yaaaaa...
0

Piknige gitmeli

Ben gittim geldim, harika resimler çıktı.


Park Guell 2, originally uploaded by oolee.

Teknolojiden faydalanmak lazım. Zira, o bir taraftan hayatını mahvederken bir taraftan da iki nefes almak için gene kendine sığındırır. Refresh olmayan raporlarım, bitişik sekmede refresh olmamaya devam ederken, ben kendimi Barcelona'da çektiğimiz (edit: çektikleri) zaten harika (bkz: yalakalizm) fotografları editlerken buldum.

Normalde pek hazzetmediğim foto botoxlama işi, meğer doğru plastik cerrahın yaptığı ameliyat misali, doğru touch-up larla harikalar yaratabiliyormuş!

Picnik'e kusurlarınızı itinayla emanet edebilirsiniz. Hatta, Ajda'lık bile etseniz olur.





0

Modanın Dingilleri

Doğrudur.

Moda bumerang misali geri döner. Hatta belki dingil benzetmesi daha doğrudur; tarihin gösterdiği üzere kendi ekseni etrafında saymakla bitmeyecek kez dönüp, dönüp, döndüğü için.

Annelerin, ananelerin platform topukluları, büyük güneş gözlükleri, balon etekleri, bebe yakalı bluzları, derisi çatlamış zincirli kol çantaları sabır sebat sahibi ve koleksiyoner ruhlu dişi kuşların çekip çevirdiği evlerin gardolaplarını süslemekle kalmaz; bazısı üzerlerine inen vintage nuru ve çıkan fiyatları ile satanı zengin, alanı ise vezir ile rezil arası bişey eder.

Aynı çamları dönüp dönüp devirirken nasıl her defasında yeni bir şey öğreniyorsak, moda da döndükçe öğrenir; bazı fazlalıklarını atar, çirkinliklerini törpüler, yerine yenilerini getirir. "Hah! Bu moda da geri döndü işte bak!" derken bir bakarız, dönen az ya da çok başka bir şey olmuştur.

80 civarı doğumlu ortalama kadının "eyvah, dönerse intihar ederim valla" celaliyle karşılayıp diş tıkırtıları arasında beklediği 1- yüksek bel 2- vatkanın dönüşünün kimseyi intihara sürüklemediğine bakınca zaten anlaşılır ki her şey kendi etrafında dönerken kendi içindeki dönümünü de tamamlamış; zamana, göz alışkanlıklarına, değişen zevklere ve dertlere uyum sağlar hale gelmiştir.

Tabi araya şöyle moda dingilleri de girer ki, hangi döner aksamın hangi parçası olduğu; nereden nereye döndüğü belli değildir.




0

Lookbook.nu hakkında maruzatım var!

Lookbook.nu özelinde olup bununla sınırlı kalmayan; son dönemde yüksele yüksele tavanı delmiş, ucundan kıyısından merak salmayanı dövdükleri, "red carpet yakından izlenecek; sokak modasının nabzı tutulacak; bütün fashion blogları okunacak; Vogue, Elle US/UK/AU kapakları ayın 28'i olmadan görülecek; hangi fast fashion markası yine hangi high street parçasını çaktı bilinecek" dedirten moda bağımlığının beni bağladığı bazı hususlar:

Başlamadan: Şalvar pantolonlar, kıvrık paçalar ve kollar, neon renkler, tayt, gladyatör sandalet, burnu açık bootie, dev tavşan kulağı saç tacı, boğazlı sneaker, beyaz Ray Ban Wayfarer, ultra kısa şort, blazer altına yüksek bel şort ve içine sokulan bol t-shirt ikilisi... kör gözün parmağı yapmamak adına konu edilmiyor...

İstatistik severim. Data çoğu zaman ele gelir bir şey ifade etmemekle beraber, beklenmedik anlarda şaşırtır, ve bazı konularda öyle "pattern"lar çıkar ki aslında fark etmemek için rakam sevmemek değil, kör filan olmak gerekir.

Birkaç örnek:

Neo-hippi saç bandı. Buna hippi-chic görünmek takıntısı da diyorum ben. Aslında son derece yapılı olan ama dağınık görünümlü, mümkünse yandan perçemli saça takılıyor, tabii öylesine takılmış havasında. Bu saç bandı örgü formunda olup saç rengine de yakınsa, daha makbul.









Kameraya değil önüne bakma sorunsalı. Kızlar herhalde daha romantik, erkekler de daha cool olduğunu sanıyor. Fotoların yarıdan çoğu ayağına bakan, ortalama 45 derece eğik başlı amatör pozculardan oluşmakta... (maksat istatistiki olmak).


















Çarpık bacak karizması. Yıllar yılı kardeşim ve ben annemden boşuna yürürken içe bastığımız için fırça yemişiz. Dik durmadığımız için işittiklerimizi de hesaba katarsak, ailemizde genetik olarak erken öten horoz sorunsalı varmış meğer! Bakınız birbirine dönük bacaklar ve her an dolanacak gibi görünen çarpık ayaklar cool duruşun bir numaralı şartı olmuş.
















Kimlik bunalımı. Aslen IRC zamanlarına kadar gider bu. Chat nickname'lerinden email hesabı isimlerine, ne zaman kendimizi kısa bir sözcükle ifade etmemiz gerekse, internet cumhuriyeti olarak hep ağır error'lar vermekten kurtulamamışızdır. O isimlerle oraya buraya e-mail atmaya hatta iş başvurusu yapmaya utanmaz iken; kendimizi lookbook'ta kısaca şöyle tanımladığımız için bizi kim suçlayabilir zaten?

Kerstin N., 17 year old nutcracker from gbg
Seraphin .., 8 year old Little Prince from France
Katie-lou S., 20 year old Attention seeker singing dancing acting from Shanktown
Marie-jeanne W., 15 year old furry little kitty from Montréal
Mitch G., 18 year old blogerbitch from Munich
Cherry W., 19 year old lost soul from Dirty Streets o' London
Jaquelin D., 20 year old chimney sweep from Miami
Oleg P., 24 year old pretender from Moscow
Rhiannon D., 18 year old Bob Dylan from Gold Coast
Chloe A., 16 year old day dreamer from Minnesota
Daisy F., 19 year old Paper cutter from Just there
Allison W., 16 year old soul searcher from DC
Daniel D., 17 year old gutterchild trying to survive the horrors from the ghosttown he calls home


Önceki muhtelif hikayede ne oldu?
Vakit Nakittir